Heidelberg Türkiye Genel Müdürlüğü görevini Selkut Engin’e devredenFaruk Ekinci Heidelberg Doğu Avrupa bölgesine atandı
Ekinci, Lifecycle Solutions’dan (sarf, servis ve yedek parça) sorumlu yönetici olarak görev yapacak. Sorumluluk bölgesinde 12’si ana ülke olmak üzere toplam 38 ülke yer alıyor
Faruk Ekinci 2011 yılı Kasım ayından 1 Ağustos 2018 tarihine kadar yaklaşık 6,5 yıldır yürüttüğü Heidelberg Türkiye Genel Müdürlüğü görevini Selkut Engin’e devretti. Uzun yıllardır Heidelberg bünyesinde çeşitli görevler üstlenen Selkut Engin bir süredir Heidelberg Türkiye’de Finans ve İnsan Kaynakları Müdürü olarak görev yapıyordu.
Ekinci Türkiye’de çok başarılı işlere ve ilklere imza attı
Faruk Ekinci artık Heidelberger Druckmaschinen AG Doğu Avrupa Bölgesi Lifecycle Solutions’dan sorumlu (Ana bölge Rusya, Ukrayna, Türkiye, Macaristan, Avusturya, Slovakya, Çekya, Polonya, Estonya, Letonya, Litvanya ve Finlandiya). Lifecycle Solutions sarf, servis ve yedek parçayı kapsayan satış sonrası süreci kapsıyor. Heidelberg’in doğrudan kendi şirketlerinin yer aldığı bu 12 ülkenin yanında yine bölge içerisinde olan mümessiller de Ekinci’nin sorumluluk alanına giriyor. Bunların arasında Balkan ülkeleri, Türkî Cumhuriyetler, Lübnan ve Afganistan gibi 38 ülke yer alıyor.
Faruk Ekinci 2001 yılından bu yana Heidelberg Türkiye’de görev yapmaktaydı. Türkiye’deki ilk 9 yılında servis müdürü olarak, son 6 buçuk yılda da Genel Müdür olarak çok başarılı işlere imza attı. Özellikle son iki yılda büyük ve özel projeler gerçekleştirildi. Gençleştirdiği ekibi ile müşterilerin doğru strateji, doğru konumlandırma, doğru bilgilendirme ile yüksek maliyetli, premium bir ürüne yatırım yapmaya ikna edilebileceğini gösterdi.
Heidelberg’in “Abonelik Sistemi” adı altında başlattığı yeni uygulamanın ofset tarafında uygulandığı dünyadaki en büyük proje olan Sentez Grup Ambalaj projesi onun zamanında gerçekleşti.
Ekinci’nin Genel Müdürlüğü döneminde kadınlara ve gençlere dönük birçok etkinlik de gerçekleştirildi.
2014 yılında Türk basım sektöründeki kadınlarla gerçekleştirilen Heidelberg fabrika turu dünyada da örneği görülmeyen özel bir etkinlik olarak gerçekleştirildi. Bu tur için Ekinci “Şirketimizin markası çok önemli ama ülkemiz ve insanımız da çok önemli. Nasıl ki markamızı Almanya’dan getirip Türkiye’de tanıtıyorsak aynı şekilde ülkemizi ve insanımızı da oraya tanıtıyoruz. Kadınlarımız eğitimleri, bilgileri, görünüşleri ile ülkemizi o kadar güzel temsil ettiler ki…” diyordu. Erkek egemen bir sektörde kadınlardan farklı geri bildirimler de alınmış. Erkekler daha çok makine teknik özellikleri ile ilgilenirken kadınlar ergonomi, hijyen, çalışma disiplini gibi konulara odaklanmışlar.
“Eğer biz bu sektörün lideriysek öncü olarak da hareket etmek zorundayız” diyen Ekinci bir farklılık daha ortaya koyuyordu: işin ustalık tarafından gelerek matbaalarını kuran ve tırnaklarıyla kazıyarak belli bir noktaya getiren, sonra da iyi eğitimli, yabancı dil bilen çocuklarıyla ihracat atağı yapan firmaların genç kuşaklarını daha başında kucaklayarak “Genç Yöneticiler” Workshop’unu 3 yıl üst üste düzenledi. Almanya destekli bu çalışmalarda matbaaların mevcut koşulları ele alınarak nasıl iyileştirmeler yapılabileceği, prosesin daha yalın hale getirilerek verimliliğin ve kârlılığın artacağı anlatıldı.
Faruk Ekinci için KASAD üyeleri ile gerçekleştirdikleri Heidelberg fabrika turunun da özel bir önemi var. Ekinci bu tur için “Benim için gurur verici bir tur oldu” diyor.
Ekinci ile Heidelberg Türkiye Genel Müdürlüğü görevini üstlendiği ilk aylarda bir röportaj yapmıştık. Altı buçuk yıl sonra bu görevi Selkut Engin’e devrederken geçen bu süreci, hedeflediklerini, gerçekleştirdiklerini, değerlendirmelerini içeren bir röportaj daha yaptık. Ekinci sorularımızı her zaman olduğu gibi açık yüreklilikle yanıtladı.
Genel Müdürlükte 6 buçuk yılınız nasıl geçti? İlk göreve geldiğinizde bu sürecin müthiş bir eğitim süreci olduğundan söz etmiştiniz. Hâlâ öyle mi görüyorsunuz?
Türkiye’de ister yöneticilik, ister iş yeri sahipliği olsun, üretimde, yatırımda, yaptığınız her işte büyük bir sınav veriyorsunuz. Ülkemizdeki koşullar Avrupa’yla kıyasladığınızda çok daha zor. Birçok işi aynı anda yapmak zorundasınız, birçok yan etkeni aynı anda düşünmek zorundasınız ve elinizde olmayan çok etken var. Dolayısıyla benim için bu süreç inanılmaz derecede eğitici bir süreç oldu.
Bu altı buçuk yıllık sürece bakacak olursam, çok dolu dolu geçti. Hatırlarsanız ilk geldiğimde yaptığımız röportajda şunu söyledim: ülke genelinde her ile, herkese dokunmak istiyoruz. Makinenin küçük olmasının büyük olmasının hiçbir önemi yok, çünkü herkesin kendi malı kendisi için büyüktür, lokomotiftir. Bu yüzden herkese elimizden geldiğince üst düzeyde hizmet vermeye gayret ediyoruz. Bunu da çok kötü yapmadığımızı düşünüyoruz ama tabii ki yüzde yüz herkesi memnun etmemiz mümkün değil. Yine de sürekli kendi proseslerimizi düzelterek, illerimizde tanıtım aktiviteleri yaparak çalışıyoruz. Kurmuş olduğumuz çok özel, güzel tesisler var. Dolayısıyla çok dolu dolu, çok değişken konular ve yatırımlarla bir dönem geçti.
Heidelberg marka olarak işin sosyal boyutuna çok önem veren bir profil sergiledi bu dönemde. Bu Heidelberg’in genel politikası mı yoksa Türkiye’ye özgü sizlerin kurguladığı bir politika mıydı?
Heidelberg, dünyada genel olarak bu tarz konulara duyarlı yaklaşıyor fakat bunun ne boyutta ve ne kadar yoğun yapılacağı yerel yönetimlerin eğilimleri doğrultusunda oluyor. Biz belki bu konuda pazarı ve insanlarımızı biraz daha fazla dinleyerek, onları daha fazla dikkate alarak ve sadece satışı ön planda tutmayarak çalışmayı sorumluluk olarak gördük. Elimizden geldiğince de yapmaya gayret ettik. Lokal ekibin bu konuya biraz daha çok eğilmesinde bunun bir etkisi olabilir ki 2 ay önce Marmara Üniversitesi ile bir buluşmamız oldu. Okullarımızı elimizden geldiğince destekleyerek o konuları da ihmal etmemeye gayret ettik.
Bu süreç içerisinde yapmak isteyip de yapamadıklarınız oldu mu? Önünüze engeller çıktı mı?
Zorluklar her zaman oluyor. Kendinize birtakım hedefler koyuyorsunuz, bunlar hem kişisel hedefler hem de global olarak şirketinizin size verdiği hedefler. Genel olarak tatmin edici sonuçlara ulaştım diyebilirim.
Engel diye bir şey yok ama şöyle bir şey var ve bu sadece bize özgü bir konu da değil; ülkemiz son dört beş yıldır çok zor bir süreçten geçiyor. Yani 6 buçuk yıllık süreç içinde 4 yıl hakikaten çok zor bir dönemdi. Ülke olarak çok şehit verdiğimiz, çok büyük sıkıntılarla uğraştığımız bir süreçti. Bu zor şartlar altında hâlâ ülkemizi bu şekilde dışarıya karşı temsil edebilmemiz, hâlâ rakamsal olarak tatmin edici sonuçlar alabilmemiz ne kadar başarılı olduğumuzun göstergesi.
Bu tarz zorluklar olmasaydı sadece biz değil, Türkiye’deki bütün sektörler çok çok daha başarılı olurdu. Zor şartlar altında mücadele edip bir şeyler başarabiliyorsanız bu sizi hem güçlendiriyor hem de Türkiye dışına çıktığınızda hakikaten başarı biraz daha kolaylaşıyor. Burada harcadığınız emeğin ve çabanın gerçekten yarısıyla rahat bir şekilde başarılı olabiliyorsunuz. Dışarıda sadece sisteme uyarak sonuç almak mümkün. Ancak biz sistemin ötesinde çok farklı şeylere adapte olmak zorundayız.
“Abonelik modelinde ofsette ilk olmamıza rağmen ilgi görüyoruz.”
Bu arada tatmin edici işler de yaptınız…
Belirli özel segmentlerde sürprizler oldu. Hele de son bir yıl içerisinde yapmış olduğumuz projeler çok özeldi.
Duran Doğan Ambalaj’a çok özel uygulamalı, 12 üniteli, çift lak ve çift kurutma ünitesine sahip, 42 metrelik, 300 tonluk teknoloji harikası Heidelberg Speedmaster XL 145-8+LYYL-UV makinenin kuruluşu çok özel bir projeydi.
Heidelberg yeni yönetimi, son iki yıldır, dijitale yönelik çok ciddi atılımda. Genel merkezdeki organizasyon hem ekipman olarak hem de iş modelleri olarak tamamen yeniden yapılandırıldı. Heidelberg “Abonelik Sistemi” adı altında bir ilki gerçekleştirdi ve ülkelerde de uygulanmaya başlandı.
Heidelberg makine yatırımı konusunda müşterilerine değişik bir model sunuyor. Bu modelde makinenin kullanım ömrü boyunca ihtiyaç duyduğu tüm hizmetleri ve malzemeleri tedarik ediyor. Müşterinin üzerindeki operasyonel iş yükünü alıp, müşterinin performansını arttırıcı eğitimleri, uygulamaları, güncellemeleri ve diğer her şeyi kapsayacak şekilde makinenin rantabl çalışmasını sağlıyor. Müşterimiz de iş geliştirmeye, kendi müşterilerine konsantre olup işin satış tarafına odaklanmış olacak.
Biz bu modelin Türkiye’ye uyabileceğini düşündük. Sentez Grup Ambalaj’ın sahibi Süleyman Bey bu tarz yeniliklere çok açık. Biz ilk büyük ebat baskı makinemizi de Sentez Ambalaj’a 2013 yılında satmıştık. Sentez Grup Ambalaj da bu konuyla çok ilgilendi ve çok hızlı bir şekilde karar verdi. Dünya genelinde en büyük projeydi ve bizi çok gururlandıran bir proje oldu.
Projede iki makinemiz var. Biri konvansiyonel, diğeri UV çalışıyor. Biri XL 162-6+lak, diğeri XL 106-7+lak/UV bir makine.
Hedefimiz; mevcut dört adet daha yaşlı makineyi devreden çıkartarak iki makineyle o dört makinenin işinin de fazlasını yapabilmek ve verimliliği arttırmak. Müşterimiz için işletme maliyetlerini de düşürmek.
Çıkan makineler de çok eski değildi ama burada temel fark teknoloji farkı ve makinelerin verimliliği. Ayırca verdiğimiz ilave eğitim, servis ve uygulama hizmetleriyle bunu başarabiliyoruz. Çünkü bu işin temelinde eğitim yatıyor. Makinenin maksimum performansını çıkartabilecek eğitimleri almazsanız bunu yapamazsınız.
Bu yüksek performanslı makinelerin operasyonel yükünü de müşterilerin üzerlerinden alıp müşterilerimizin daha yoğun bir şekilde satışa odaklanmasını sağlamak da hedefimiz. Böylelikle satış ekibinin üzerine de ciddi bir görev düşüyor. Satış ekibi yeter ki iş getirsin. Makine en verimli bir şekilde bunları basıp çıkaracak. Amaç o.
Bu anlaşmalar kaç yıllık yapılıyor?
Çok detaylı oluyor ama minimum 5 yıldan başlayıp müşterinin isteği doğrultusunda detaylandırılıyor. Bu süreçte taahhütler, baskı hedefleri vs. var. Ama biz bu konuda çok esnek davranıp tamamen müşterimizin kendini rahat hissedeceği bir çözüm sunmaya çalışıyoruz. Sadece bu şekilde oluyor, demiyoruz. Talepleri doğrultusunda sistemi adapte ediyoruz ama minimum beş yıllık bir süreç.
Çok ciddi bir talep olduğunu görüyoruz ancak biz de bu konuda emin adımlarla ilerlemek istiyoruz. Çünkü bizim de ciddi taahhütlerimiz var. Çok net söyleyebilirim, geleceğin modeli bu.
Türkiye bu tür çalışmaya çok açık değildi ama o noktayı aşmışsınız….
Evet, ofsette ilk olmamıza rağmen Türkiye’de de dünyada da ilgi görüyoruz. Bir de tabii bize de getirisi var bu işin. Biz makine satışından sonraki bütün alana değindiğimiz için bizim de birtakım beklentilerimiz var. Çünkü malzeme tarafında her şey bizim üzerimizden gidecek. Heidelberg bunları yapabilecek güce sahip. Malzeme tarafında da ciddi yatırımlarımız, satın alımlarımız var. Kimyasallarda olsun, laklarda olsun, global satın alımlar var.
Müşteriye kağıt, karton haricinde, servis, parça, ihtiyaç duyduğu tüm yazılım güncellemeleri, mürekkep, kalıp, hazne suyu, lak, blanket ve diğer her şeyi A’dan Z’ye vereceğiz.
Heidelberg birkaç yıldır yönünü servis ve dijitale çevirmişti. Makine bir defa satılıyor ama malzemenin sürekliliği var. Bu model sizin için de bir avantaj…
Global pazara baktığımızda takribi 2,5 milyar avroluk bir makine pazarı var. Bunun yaklaşık % 48’ine Heidelberg zaten sahip. Yüzde yüzlük bir Pazar payı zaten olmayacağına göre daha fazla nereye kadar büyüyebilirsiniz. Öte yandan makine ihtiyacı da git gide azalıyor. Çünkü makineler artık daha verimli, daha performanslı. Bunun yanı sıra 8 milyar avroluk bir malzeme pazarı var. Heidelberg, bu malzeme pazarının sadece % 6’sına sahip. Dolayısıyla oradaki büyüme alanı çok daha büyük, orada daha güçlü olmak istiyoruz. Makine üreticisi olmamız işimizi kolaylaştırıyor.
Bu biraz da kazan-kazan ilişkisi oluyor. Firma makine parkını yeniliyor, siz de bir devamlılık sağlamış oluyorsunuz.
Evet. Bu stratejinin arkasında yatan çok ciddi data değerlendirmeleri var. Heidelberg kendi yazılımıyla 2000’li yılların başından itibaren sürekli veri topladı. Dünya genelinde sisteme bağlı 15 bin makine var. Buradan aldığı data ile beraber bu tarz çalışmaları daha kolay bir şekilde yapabiliyor. Gelecek için de biz çok olumlu bakıyoruz. Makine ihtiyacı çok olmasa dahi malzeme sürekli olacak. Orada da var olduğumuz sürece bizim daha sağlıklı bir şekilde ilerlememiz mümkün olacak.
“Türkiye’ye geldiğim günden bugüne çok büyük bir değişim var. O günlerde makine alınır makine ile birlikte iş gelirdi. Şimdi işe yönelik makine konfigürasyonu belirlenip yatırım yapılıyor”
Geriye bakarsak nasıl bir yapı ve ekip bırakıyorsunuz arkanızda?
2001 yılından bu yana Heidelberg Türkiye’deyim. Ben Avusturya’dan geldim ama ilk Türk kökenli Genel Müdür oldum. Benden sonraki arkadaşımız da yine kendi lokal ekibimizden olan daha önce Finans ve İnsan Kaynakları Müdürümüz Selkut Engin olacak. Dolayısıyla biz bu devir-teslim sürecinde bir yabancılık yaşamayacağız. Çünkü Selkut Bey organizasyonumuzu biliyor. Ekibi tanıyor, müşterilerimizi tanıyor. Yurt dışındaki organizasyonu tanıyor. Bundan dolayı onunla beraber işlerin pürüzsüz bir şekilde devam edeceğine inanıyoruz. Mevcut kadromuz bu süre zarfında gerekli eğitimlerini ve proje çalışmalarını yaptığı için herkes çok tecrübeli. Dolayısıyla güçlü, genç ve çok tecrübeli bir ekip devam edecek. O yüzden ben çok rahatım. Ancak yeni görevimde, sorumluluğum çerçevesinde kısmen de olsa Türkiye ile ilişkide olacağım.
Türkiye’ye geldiğiniz günden bugüne Türk basım sektörü için bir karşılaştırma yaparsanız nasıl bir fotoğraf görüyorsunuz?
Çok ciddi bir değişim var. İlk olarak geçmişte makine yatırımı yapılırdı; makine yatırımı yapıldığında nasıl bir konfigürasyon istersiniz, ne basmak istiyorsunuz diye sorulduğunda her şeyi basarım deniyordu. Makine alınırdı, makineyle beraber iş gelirdi. Bu şimdi tamamen değişti. Artık işe yönelik makine konfigürasyonu ve yatırımı yapılıyor. Bu nedenle önce iş yaratılması gerekiyor sonra bu işin ne olduğu netleştirilip ona göre bir makine konfigürasyonu belirlenip yatırım gerçekleşiyor. Tabii artık müşterilerimiz de kendi müşterilerinden gerekli taahhütleri vs. alıyor. Yatırım anlayışı çok ciddi bir şekilde değişti.
İkincisi kâr marjı. Kâr marjları ciddi bir şekilde düştü ve 5-10 yıl önce gündemde değilken artık gündemde. Maliyet hesapları çok daha titiz bir şekilde yapılmaya başlandı; makine satın alımında, malzemede maliyetler çok daha fazla önem kazandı. Mecburen değişik bir bakış açısı oluştu. Daha az marjla işi döndürebilme kabiliyeti arttı. En büyük değişimi burada görüyorum. Bununla beraber müşterilerimiz spesifik işlere yönelip, ihracata ağırlık vererek iş güvencesini biraz arttırmaya gayret ediyorlar. Spesifik ürünlerde de ambalajın nasıl büyüdüğünü hep beraber görüyoruz. Karton ambalajın yanı sıra IML pazarı çok ciddi bir şekilde büyümeye devam ediyor. Türkiye global anlamda dünya genelinde çok ciddi bir oyuncu üretim tarafında ve büyüme de devam ediyor. Orada da % 90 pazar payına sahibiz diyebiliriz.
“Şunu çok net söyleyebiliriz, Türkiye’de herkes yukarıya doğru minimum %50-60 verimlilik artışı yapabilecek pozisyonda.”
Dünyada basım sektöründe bir daralmayla karşı karşıyayız. Bu koşullarda Heidelberg Genel Merkezi Türkiye’ye nasıl bakıyor? Avrupa ile karşılaştırınca Türkiye nasıl bir fotoğraf veriyor?
Global basılı hacme bakıldığında hâlâ 400 kusür milyarlık basılı hacimden bahsediyoruz. Orada bir büyüme görünmüyor. Belirli alanlarda küçülme söz konusu. Ticari düşüyor, ambalaj büyüyor ama totalde stabil kalıyor.
Daralan bir pazarda aynı zamanda matbaalarda da birtakım değişiklikler söz konusu oluyor. Büyük balık küçük balığı yutuyor, bu çok net. Herkes tamamen verimliliğe odaklanıyor. Şu an üzerinde çok yoğun bir şekilde durduğumuz Genel Ekipman Verimliliği konusunda birtakım kıyaslamalar var. Biz dünya genelinde bu kıyaslamaları yapıyoruz. Bu datalar elimizde. Müşteri ismi görmeden iki tane eşit makineyi; Türkiye’deki 6+lak bir 70×100’ün performansı ile Avrupa’dan Amerika’dan muadil makineleri alıyoruz, onlar nerede biz neredeyiz diye bakıyoruz. Şunu çok net söyleyebiliriz, herkes yukarıya doğru minimum %50-60 verimlilik artışı yapabilecek pozisyonda. Bu ağırlıkla Türkiye için ama dünya genelinde de geçerli. Avrupa ve Amerika çok daha erken başladığı için daha fazla yol aldılar ama Türkiye’de de bu potansiyel mevcut.
Türkiye bizim şirket için her zaman çok önemli, bakir bir pazardı. Belirli ürünlerde hâlâ öyle. Özellikle ambalaj tarafında; ambalajı büyükşehirlerde görüyoruz ama doğuya, güneydoğuya doğru gittiğimizde hâlâ bakkallar çuvalın içerisinden ürün satıyor. Hacme de bakıldığında Türkiye’nin tüketimi, (üretim demeyeceğim çünkü karton ambalaj üretimi konusunda Türkiye artık Avrupa’da üçüncü konumda, ihracat olduğu için farklı tutmak lazım), hâlâ Almanya’nın onda birinde.
Şirketimizin de ülkemize güveni her zaman sonsuz. Ülkeye Şubat 2001’de krizin tam göbeğinde geldi ve yatırım yaptı. Uzun vadede Türkiye’ye inandığımız için üç yıl boyunca kâr etmeden altyapı oluşturuldu. Bu süreçte bu bakış açısının doğru olduğunu gördük. Son 10 yılda büyük, global firmalar Türkiye’ye geldi. Avrupa’daki büyüme artık doyum noktasına ulaştı. Ben en son İsviçre merkezli bir ambalaj firmasının Türkiye’ye giriş yaptığını okumuştum. Beş altı yıl önce galiba. Giriş yapmasının nedeni, giriş yaptığı yıldan itibaren 10 yıllık bir süreç içerisinde
%4’lük bir büyüme beklentisi. Bunun kat kat üstünde büyüme gerçekleştirdiler. Avrupa’da % 0.5 – % 1’lik bir büyüme varken % 4’lük büyüme hedefiyle gelindi… Bütün büyük gruplar Türkiye’de. Bu da ülkeye olan beklentiyi ve inancı ortaya koyuyor diye düşünüyorum.
“Yeni görevim Doğu Avrupa Bölgesi’nde satış sonrasını kapsıyor.”
Yeni göreviniz ve sorumluluk alanınız nereleri kapsıyor?
Yeni görevim Doğu Avrupa Bölgesi’nde satış sonrasını kapsıyor. Satış sonrasında, makinenin kullanım süresi boyunca bakım ve servis anlamında tüm hizmetleri ürün olarak oluşturup müşterilerimize sunacağım. Servis ve servis sözleşmeleri, bakım paketleri, öngörülü bakım sistemleri gibi çok çeşitli alternatifler var ve bunların satışından sorumluyum. Ayrıca yedek parça ve kendi bünyemizde olan tüm tüketim malzemelerin satışından da, kendi üretimimiz olmayan bize fason üretim yapan şirketlerin ürünlerinden de sorumluyum.
Ana bölgem Doğu Avrupa Bölgesi; Rusya, Ukrayna, Türkiye, Macaristan, Avusturya, Slovakya, Çekya, Polanya, Estonya, Letonya, Litvanya ve Finlandiya. Bu ülkelerde Heidelberg’in doğrudan kendi organizasyonları mevcut. Benim partnerlerim de bu ülkelerin alanındaki sorumlu müdürler. Onlarla beraber hem ürünlerin geliştirilmesini hem de pazara yönelik promosyonlar üzerinde çalışacağız.
Bunlara ilave olarak yine bölgemizin içerisinde olan mümessillerimizden de sorumluyum. Ancak onlar bizim konsolide hesapların içerisinde olmadığı için biraz daha ikinci planda kalacak. Bu ülkelerin içerisinde de Balkan ülkeleri, Türkî Cumhuriyetler, Lübnan’dan tutun Afganistan’a kadar 38 ülke yer alıyor ama ana sorumluluğumda 12 ülke var.
Yoğun bir temponuz olacak, eşiniz ve çocuklarınız sizi daha az mı görecekler?
Seyahat yoğunluğu devam edecek. Benim özel durumumu da biliyorsunuz: Ailem Viyana’da olduğu için son 6 buçuk yıldır ben Pazartesi sabahları geliyor, Cuma akşamları dönüyordum. Yeni görevimde Doğu Avrupa Bölgemizin genel merkezi Viyana olduğu için ofisim de Viyana’da olacak. Seyahatler yoğun olacak ama haftada bir gün bile evde fazla durabilirsem %20’lik bir iyileşme olacak diye bakıyorum. Benim için bir nevi eve dönüş gibi oluyor şu an. Eşim de çocuklarım da bu konuda çok memnunlar.
Bu süreçte Türkiye’ye nasıl bir destek vereceksiniz? Sizin için özel bir durumu var mı ya da olacak mı?
Türkiye benim için her zaman özel ve özel kalacak. Profesyonel bir tarafı mutlaka var ama Türkiye’ye ilk gelişimde de farklı bir milli duyguyla karar vermiştim. Burada mesai yaptığım yakın arkadaşlarımla çalışmak onlar için de konforlu olacak.
Yeni görevimde de Türkiye Genel Müdürü olarak çalıştığım süreçte çalıştığım Bölge Başkanı’na bağlı olarak devam edeceğim. Sorumlu olduğum alanda Türkiye’ye verdiğim destek diğer ülkelere verdiğim destekten daha farklı olmayacak.
Türkiye’nin ambalaj ve etikette merkez üs olma durumu var mı, yoksa avantajını yitiriyor mu?
Üs olma konusunda hem Orta Doğu için hem Doğu Avrupa için ambalaj konusunda Türkiye gayet yüksek bir hızla ilerlemekte. Bunu karton işleme hacminden görüyoruz. Türkiye 2017 yılı için hedef koyduğu karton işleme hacmine 2015 yılında ulaştı. Avrupa’da üçüncü konuma yerleşti.
Etiket için de bu geçerli. IML konusunda Türkiye, ülke bazında, dünya genelinde en büyük üretici ülke. Ciddi bir ihracat söz konusu. Ayrıca şirketlerimiz artık dışarıya çıkıp partnerlikler yapıp işlerini daha da büyütmeye devam ediyorlar. Dolayısıyla o taraftaki görüşüm olumlu bir şekilde devam edeceği yönünde.
Yeni servis anlayışı, paket anlaşmalar için hem Türkiye’de hem globalde nasıl bir ivme ön görüyorsunuz?
Biz orada çok ciddi bir ivme görüyoruz. Şu an pratikte de yaşadığımız bir olay var. Sentez Grup Ambalaj’ı örnek alalım. Bizim daha önce çalışma hacmimiz bir iken yeni modelle bu 8-9’a çıkacak. Ortalamada mevcudun 4-5 kat üstüne çıkacak diye düşünüyoruz. Kimi yerde daha fazla kimi yerde daha az tabii.
“Görevim boyunca beni en heyecanlandıran proje Duran Doğan Ambalaj projesi oldu.”
Türkiye’deki göreviniz boyunca sizi en çok mutlu eden ve heyecanlandıran neydi?
Beni en heyecanlandıran proje Duran Doğan Ambalaj projesidir. Çünkü hem giderayak oldu hem de Türkiye’de büyük bir pazar payına sahip olmadığımız bir segmentte gerçekleşti.
Heidelberg zaten 2009 yılından itibaren büyük ebat satışına girdi. İlk makinemizi biz 2013 yılında verdik. Arkasından toplamda 4 makine kurduk. Karaman’a da bir makine kurduk. Neden Duran Doğan diyorum. Duran Doğan’daki sürecin akışına baktığımda günü gününe tam dört yıl sürdü. Heidelberg marka makineleri hiç yoktu, tamamen rakiplerimizin makineleri mevcuttu, kendimizi kanıtlamamız gerekiyordu.
Projenin kapsamı spesifik, içeriği genişti. Birkaç defa ebat değişti, çok gittik geldik ama sonunda Drupa 2016’da proje hız kazandı. Drupa 2016’dan sonra 8 aylık bir süreç sonrasında proje tamamlandı. O süreçte bize özellikle Yönetim Kurulu’ndan da destek geldi. Bu konuda ben hem Alican Duran Bey’e hem Dikran Acemyan Bey’e gerçekten teşekkür etmek isterim. O süreç boyunca gösterdiğimiz yaklaşım esnekliğine bize bu projeyi vererek takdir ettiler. Aldığımız geri bildirim de bu yöndeydi, süreci çok iyi yönettiğimizi söylediler. Süreç uzundu, zordu ama bu süreci kimse Heidelberg gibi yönetemedi. Duran Doğan Ambalaj çok değişik katma değerli ambalajlar yapıyor. Çok kez test baskılarına gittik çok değişik yerlerde değişik uygulamalar yaptık. Ama bu süreç çok olumlu bir şekilde geçti. Şu an kuruluş sürecinde test baskı aşamasındayız. Bu süreçte müşterimiz de çok memnun, tekrar tekrar dile getirerek, böyle beklemediklerini çok farklı olduğunu söylediler. Herkes çok memnun, umarım böyle de devam eder.
Özetle, sürenin uzun olması ve makinenin çok spesifik olması farklı bir heyecandı. Bu konfigürasyonda hem segment, hem kapsam olarak dünyadaki üç makineden biri. Duran Doğan’ı zaten pazarda herkes biliyor. Nasıl kaliteli bir şirket oldukları ortada. Bir şeye karar vermeden ince eleyip sık dokuyarak değerlendirme yapıyorlar.
“İnsanlarımız risk olarak, bu yatırımları gerçekleştirerek gerçekten mucize yaratıyorlar. O yüzden hem teşekkür ediyor hem de şapka çıkarıyorum.”
Sektöre bir mesajınız, eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Öncelikle ülkeme, insanımıza, meslektaşlarımıza, müşterilerimize teşekkür etmek istiyorum. Bu süre zarfında bize güvenip de yatırım yapanlara, aynı zamanda yatırım yapmayanlara da. Dostluk, karşılıklı güven çok değerli konular. Önemli olan yatırımın hangi firmadan yapıldığı değil sektörün ve yatırımcımızın sağlıklı bir şekilde ilerlemesidir. Başarılı oldukları takdirde bir maddi güç oluşturacak ve onunla beraber proje de gündeme gelecektir. Proje olduğunda gün gelecek biz de işin içerisinde olacağız. Yeter ki sağlıklı bir şekilde ilerlenilsin. Bu süre zarfında beni de kabul ettikleri için çok teşekkür ediyorum.
Türkiye ile ilgili olarak başta söyledim, benim için hakikaten çok önemli bir eğitim süreci oldu. Elimden geldiğince kendi tecrübelerimi aktarmaya gayret ettim. Yeri geldi iyi yapabildim yeri geldi biraz eksik kaldım ama şunu da söylemek istiyorum, bu ülkeden kesinlikle inancımızı ve umutlarımızı yitirmememiz lazım. Türkiye çok daha iyi yerlere layık ve hakikaten gidebileceği çok yol var.
Bu azimle bu istekle çalışmaya devam edersek ve birlik beraberliğimizi koruyarak kendimize zarar verdirmezsek ben ülkemizin ve insanlarımızın çok daha iyi yerlere geleceğine inanıyorum.
17 yıllık süreçte, hem ülkemizde hem de yatırımcılarımızda gördüğüm iyimserlik bizi onurlandırıyor, gururlandırıyor. Şartları çok iyi bildiğim ve Avrupa ile kıyasladığım için insanlarımız risk olarak, bu yatırımları gerçekleştirerek gerçekten mucize yaratıyorlar. O yüzden hem teşekkürler hem de şapkayı çıkarıp saygıyla kapatmak istiyorum.
Daha geniş bir kitleyle düşüncelerimizi, görüşlerimizi paylaşmak için bize vesile olduğunuz için size de çok teşekkür ediyorum. Sizinle tanışmak da ayrı bir onur oldu benim için. Mutlaka yollarımız kesişecek diye düşünüyorum.