Sektörün köklü şirketlerinden Matset A.Ş., 2023 Aralık ayında 50. yıl dönümünü kutladı. Şirketin kurucusu Muzaffer Babataş, on iki yaşında iş hayatına atılmış ve liseye devam ederken bir matbaa malzemeleri şirketine girerek sektörle tanışmış bir duayen. Özellikle satış, insan ilişkileri ve yönetimdeki başarısıyla şekillenen geleceğe, yeniliğe odaklı iş hayatı ve deneyimleri hem matbaacılığın son altmış yılına hem de bugününe ve geleceğine ışık tutuyor.
Babataş’la bu süreci Matset’in İstanbul Seyrantepe’deki şirket merkezinde konuştuk.
Türk basım tarihinin gelişme ve modernleşme sürecinde önemli roller oynayan Muzaffer Babataş’ın kurup geliştirdiği Matset A.Ş. sektörde 50. yılını tamamladı. Matbaanın çok geç girdiği bu topraklarda elli yıllık şirketlerin sayısı çok değil. Bu sürecin arkasında başarma azmi ve çalışkanlık var.
İstanbul merkezli Matset A.Ş., Çorlu’da bir film kesim ve ambalaj fabrikası, Ankara, İzmir Bölge Müdürlükleri ve Bodrum’da Otel Zeytinada ile Türkiye’ye hizmet veriyor.
Babataş ile bu elli yılı, kurup geliştirdiği yapıyı konuşup geçtiği aşamaları ve yaşadıklarını, Türk matbaacılığının ve ticari hayatının bir özeti olarak Türk basım tarihine kaydetmek istedik.
Bu sohbetten oluşturduğumuz yazının, özellikle de azmin birçok meslek erbabına örnek teşkil edeceğinden hiç kuşkumuz yok.
Muzaffer Babataş’ın hikayesi 1948 Yılında Erzincan Merkez’e bağlı Çatalarmut (eski ismi Kıtmana) Köyü’nde başlar.
Muzaffer Babataş altı yaşındayken İstanbul’a gelirler. İlkokula Balat-Ulubatlıhasan okulunda başlar. İlkokul beşinci sınıfta on iki yaşındayken ticarete başlar. Adalar ve Kadıköy vapurlarında Amerikan sakızı, dolmakalem, tarak vs. satmaya başlar. Günleri yarım gün okul, yarım gün iş hayatı olarak geçer.
On iki yaşında başladığı iş hayatını kesintisiz bugüne kadar aynı disiplin ve azimle taşıyan Muzaffer Babataş, o yıllarda bir taraftan da okuluna devam etmekteydi.
İşporta ile başlayan ticari hayat
Artık Muzaffer Babataş’ın yeni mekânı Mahmutpaşa’da bulunan Atalar Mağazası ile Büyük Postane arasındaki caddedir. Yaş 15-16’dır ve ortaokul bitmiştir.
Sattığı ürünler; deri eldiven, kazak, mendil ve iç çamaşırlarıdır. Bu ürünler kalitelidir ve artık para kazanmaya başlamıştır.
Bütün eğitim hayatı boyunca bir taraftan çalışan, diğer taraftan okula giden Babataş, artık düzenli bir işe ihtiyacı olduğunu hisseder ve matbaacılık serüveni de böyle başlar.
Bu süreci şöyle anlatıyor:
“Himmet Eraslan, rahmetli Turan Araz ve ben Eyüp Lisesi’nde okuyorduk ve çok iyi arkadaştık.
Himmet Eraslan Cağaloğlu’nda matbaa malzemeleri satan bir firmada çalışıyordu. Önce Turan Araz’a yanında bir iş buldu, daha sonra şirketin ortakları ayrıldı. Turan Araz bir ortakla, Himmet Eraslan da diğer ortakla çalışmaya başladı. Daha sonraları Himmet Eraslan beni yanına aldı ve matbaa malzemeleri satmaya başladım. İlk başladığım yer Nuruosmaniye Caddesi Tasvir Han’dı. Aradan zaman geçtikten sonra şirket Cağaloğlu’nda daha büyük bir yere taşındı ve Himmet Eraslan ile ben beraber çalışmaya devam ettik.
Üniversiteyi Galatasaray İktisat ve İşletmecilik Okulu’nun gece bölümüne giderek okudum. Çünkü gündüz çalışmak zorundaydım.”
25 yaşında kurulan ilk şirket
Muzaffer Babataş ilk şirketini Cağaloğlu, Çatalçeşme Sokak, Üretmen Han’ın 2. katında Muzaffer Babataş ve Vedat User Matbaa Malzemeleri Koll. Şti adı ile kurmuştur. O günleri şöyle anlatıyor:
“Şirketimiz; Üretmen Han’ın 2. katında, toplam 40 m² bir yerdi. İçinde iki çalışma masası, bir köşesinde sattığımız mallar vardı. Hem ofis hem depo olarak kullanılıyordu.
İki yıl sonra rahmetli Turan Araz’ı da aramıza alarak üçlü bir ortaklık kurduk. Yeni ortaklığımız için Nuruosmaniye Derin Han’da giriş katını dükkân, 2. katını da ofis olarak kullandığımız bir yer tuttuk ve firma ismi MATSET oldu.
Turan Araz, Vedat User ve ben çok çalışıyorduk. Sermayemiz yoktu, ithalatçılardan matbaa malzemelerini alır, matbaalara satardık. Tahsilatlarını yaptığımızda malı aldığımız firmalara borçlarımızı öderdik.
Hepimiz çok çalıştık ve çok güzel günlerimiz oldu. Her yıl daha da büyüyerek ilerledik ve sektörde söz sahibi olmaya başladık.
Ağırlıklı olarak alüminyum levha, blanket, grenaj bilyası, astrolon, merdane hortumu ve kimyasal satardık. O zamanlar matbaaların %80’i ham alüminyumu alır, gren yapar ve emisyonu kalıbın üzerine dökerek hassas plaka elde eder ve baskı yapardı.
Daha sonraları Turan Araz ve ben askere gittik. Ben dört ay, Turan ise on sekiz ay askerlik yaptık. Bu dönemde şirketin idaresini Vedat User üstlendi.
Turan Araz askerden döndükten belirli bir süre sonra bizden ayrıldı ve Arkadaş Makine Sermet Bey ile Aras Matbaa Malzemeleri isminde bir firma kurdu. Artık rakip olmuştuk…
Güzel dostluğumuz ve arkadaşlığımız hep devam etti. Nur içinde yatsın…
Matbaa malzemelerini satmaya yeni başladığımda malzemeleri çok iyi tanımıyordum. Fakat bir taraftan çok sayıda matbaa ziyaret ederek malzeme satmaya çalışıyordum.
Günlerden bir gün bir türlü mal satamadığım bir matbaayı ziyaret ettim. Matbaa sahibi beni ofisine çağırdı, ‘Ne satıyorsun’ diye sordu. Ben de ‘Blanket, hortum , kalıp ve boya’ dedim. ‘O zaman bana 10 adet blanket, 2000 adet kalıp gönder’ dedi.
Matbaa Cemal Nadir Sokak’taydı. Malzeme sattığıma o kadar çok sevinmiştim ki neredeyse nefes almadan şirkete koşarak geldim. Blanketleri kestim, hiç unutmuyorum ebadı 75×90 cm. Blanketleri güzelce kraft kâğıda sardım ve matbaaya teslim ettim.
İki saat sonra matbaa sahibi beni aradı, ‘Bu blanketlerin su yolu ters’ dedi. Ben hemen itiraz ettim. ‘Blanketleri ben kestim ve kraft kâğıda ben sardım, hava da çok güzeldi, blanketlerin ıslanması mümkün değil’ dedim. Matbaa sahibi gülerek, “Sen buraya gel” dedi. Koşarak gittim. Masanın üstünde bir blanket vardı. “Evladım” dedi, “ben sana ıslanmış demedim, blanket’in su yolu ters dedim. Şimdi beni iyi dinle, blanketi kazan genişliğine doğru çekersen blanket uzar, kazanın dönme istikametine olan tarafı çektiğinde uzamaz. İşte buna da su yolu denir…”
Müşterinin makineleri Planeta imiş, her makinede uzun kenar kazan genişliği ve kısa kenar da su yolu olurmuş. Fakat Planeta’larda uzun kenar su yolu, kısa kenar kazan genişliği olurmuş… İşte ben Blanketteki su yolunu orada öğrendim.
O yıllarda Kral Matbaası, Resim Matbaası, Apa Ofset, Bozkurt Matbaası gibi önde gelen matbaalar vardı. Hepsinde ofset vardı ve bugün nasıl herkes dijital olmak istiyorsa o zamanlarda her matbaanın idealinde ofset almak vardı. Ama yenisini almak zordu, permi ile ikinci el ofset makine getiriyorduk. Vedat malzeme işine bakıyordu, ben makine ithal ediyordum. Almanya’da matbaalardan alıyor, Türkiye’de satıyorduk. Makineyi matbaaya getirir, bir montör bulur ve kurdurur, baskısını yaparak teslim ederdik. Servis işimiz yoktu, o işe montörler bakardı. Rahmetli Montör Orhan Abi, Ali Baba (Duran), zamanın önde gelen montörleri arasındaydı. Yeni makine çok az gelirdi, matbaacılarda o kadar para yoktu.”
Matset’in işleri zamanla gelişir ve Derin Han’da kiracı iken yakınındaki bir binayı, binadaki iki ayrı iş yerinin sahibinden satın alırlar. Yeniden yapılan 62 m² kapalı alana sahip küçük bina çıkmalarla 80 m² olur ve bir yıl geçmeden Babataş’ın ifadesiyle “iyi” bir fiyata satılır. Şirket, kooperatif ödemelerine daha önce başlanmış olan ve inşaatı biten Yüzyıl Mahallesi’ne, Mas-Sit Matbaacılar Sitesi’ne taşınır.
Fuarlar, ithalat, Polychrome satışlarıyla gelen büyüme ve Fujifilm’in Türkiye kalıp pazarına girişi
Seksenli yıllar, Matset için ilk önemli dönüm noktasıdır. Artık yurt dışında drupa gibi fuarlar ziyaret edilir. Yeni teknolojilerle ve tedarikçilerle, farklı markalarla tanışma vaktidir. “Ziyaret ettiğim ilk fuarda sektörde bu kadar çok sayıda firmanın olması beni şaşırtmıştı” diyor Babataş ve şöyle devam ediyor: “Fuarlarda aracısız mal almak için firmaları geziyordum.
O dönemlerde matbaalar hassas kalıpları kullanmaya başlamıştı. Artık eskisi gibi değildi. Tif kalıp kullanımı ile birlikte alüminyum levha satışlarımız çok düşmüştü. Türkiye’de Agfa’nın ürettiği Ozasol hassas kalıbı vardı. Bizde yeni markalar araştırmaya başladık ve gördük ki Agfa’nın dışında Polycrome, Fuji ve Hörsell gibi bir sürü hassas kalıp üreticisi var.
Aracısız mal almak mümessillik almaya dönüştü. Polychrome’un mümessilliğini aldık. Hassas kalıplarda Avrupa’nın en büyük fabrikalarından biriydi. O zaman Polychrome Türkiye’de 60 bin m² kalıp satıyordu. Yetkilisine, “Ben 100 bin m² satarım” dedim. “İki ay sonra Türkiye’ye geleceğim, seni ziyaret ederim” dedi ve geldi, “100 bin m² satacağından emin misin” diye sordu. “Eminim” dedim. Türkiye’de biri biz, iki satıcı vardı. “Hanginiz yıl sonunda daha çok satarsa, mümessilliği ona vereceğim” dedi. O sene 600 bin m² kalıp sattık. Bunun 400-500 bin metre karesini Hürriyet’e sattık, çünkü bizden önce Hürriyet’in aldığı fiyatlar yüksekti. Hürriyet bizimle anlaştı. Polychrome getirmeye başladığımızda hem gazetelere hem de matbaalara kalıp veriyorduk. Bizden önce gazetelerin kullandığı tek marka Agfa Gevaert idi.”
Güven temelinde yükselen ticari ilişkiler
Ağırlıklı olarak vadeli alışverişle dönen bir piyasada güven, belirleyici olur. Bir şirket, sermayesi olmasa da kredibilitesi ile işini sürdürebilir. Babataş, bu konudaki deneyimlerini şöyle aktarıyor:
“Malı aldıktan on ya da yirmi gün sonra parasını, çekini vereceksem; param eksik olduğunda vade dolmadan üç-dört gün önce malı aldığım kişiyi arar, eksik olan kısmı birkaç gün sonra ödeyeceğimi söylerdim. Onlar da “Bu hafta bize ödeme yapma, haftaya tamamını ödersin” derlerdi. Çekte eksiklik varsa, çeki de haber verirdim. O yüzden mal almakta hiç sıkıntı çekmedim.
Fuarlarda kurulan yeni bağlantılar ve ithalata başlama ile 1984 yılında şirketin adı Matset Matbaa Makine ve Malz. San. ve Tic. A.Ş. oldu ve Yüzüncü Yıl Mahallesi Mat-Sit’deki yeni yerinde faaliyetlerine devam etti.
Bu yeni yerimize taşındığımızda Vedat User ile ayrılmıştık, Vedat User ile çok güzel bir ortaklığımız oldu.”
“Risk almadan büyüyemiyorsun” diyor Babataş. “Belki bırakıp kendine daha çok zaman ayırmak doğrudur. Ama ben hâlâ pişman değilim. Dostlarla görüşmek, matbaacılarla o mürekkep kokusunu koklamak, makinelerden ortaya bir ürün çıkması, beni çok mutlu ediyor.
Film ithalatı
“Fuji’nin Türkiye mümessili vardı fakat yalnız fotoğraf filmi ithal ediyordu. Fuji matbaa filmlerini bilmiyordu. Mümessili ziyaret ederek Fuji’nin film ithal etmesini istedik ve bir Tek Satıcılık Anlaşması yaparak Fuji film satmaya başladık. Daha sonra Konica mümessilliği alarak Fuji’yi bıraktık.”
Seksenli yıllarda, Matset ağırlıklı olarak malzeme ve ikinci el makine satışı yapsa da kalıp ve film banyo makineleri, tarayıcılar ile sıfır makine ticaretine de başlar. Hell’in tarayıcılarını satarken servis ekibi de oluşturulur. Servisin güçlü bir birim olması, HP Indigo temsilciliği ile başlayacaktır. Öncesinde, Yalçın Alganer ve Birgan İşeri ile Mat Kağıtçılık şirketi kurulur ve kendinden yapışkanlı kâğıt pazarına girilir. Birgan İşeri inisiyatifinde çok başarılı olan şirket, bir süre sonra Fasson temsilciliğini alır. Scitex ve Indigo temsilcilikleri onu izler. Indigo temsilciliği daha sonra Matset’e devredilir. Sonrasını Muzaffer Babataş şöyle anlatıyor:
“Her matbaacı bir gün CtP almak zorunda kalacak”
“Bizden önce bir ya da iki Indigo satılmıştı. Kimse dijitale bakmıyor, çünkü inanmıyordu. Başlangıçta CtP’ye karşı da büyük bir direnç vardı. Kimse matbaasına CtP almak istemiyordu. ‘Nasıl olsa film atölyesinde bir CtP var biz orada yaptırırız’ diye düşündüler. Ben de matbaacılara şunu diyordum: ‘Her matbaacı bir gün CtP almak zorunda kalacak.’ Matbaacılar da ‘Sen nasıl bu kadar emin konuşuyorsun’ diyorlardı. Bu yeni bir teknoloji. Yarın müşteri geldiği zaman matbaanda CtP var mı diye soracak. Kalitede müşteri CtP’yi ön plana çıkarıyor. O matbaacı için bir ayrıcalık yaratıyor. Zamanla matbaacılar CtP almaya başladılar ve bugün CtP’si olmayan matbaa neredeyse yok.”
1999 yılına kadar Yüzyıl Mas-Sit Matbaacılar Sitesi’nde hatırı sayılır büyük bir firma durumuna gelen Matset artık geniş bir dağıtım ve satış ağına sahipti. Bugün Seyrantepe’de bulunan binanın arsasını 1996 yılında alır Babataş ve 1999 yılında tamamlanan binaya taşınırlar. Burada da büyüme devam eder. Bugün şirket bünyesinde (Mat-Tur hariç) 75-80 kişi çalışıyor. Ankara ve İzmir’de bölge müdürlükleri var. Matset, HP Indigo dışında dijital tekstil makineleri (Kornit), kalite kontrol (ABG International, Omega SR13), sonlandırma makineleri (ABG, Brotech), Lombardi flekso baskı makineleri, Scodix kabartma yaldız makineleri, buzdolabı – tv kutuları basılan endüstriyel geniş format (Agfa) dijital oluklu baskı makineleri dahil birçok makinenin ve markanın temsilciliğini yapıyor. Matset daha önce Solna web ofset baskı makineleri ve Akiyama ofset baskı makinelerinin temsilciliklerini de yaptı.
Film ve kalıp ebatlama
Matset’in Çorlu’da jumbo bobinlerden piyasa taleplerine uygun ebatlarda kesim yapılarak paketlenen kalıp ve filmleri piyasaya sürdüğü fabrikaları da vardı. Önce Tuzla Serbest Bölge’de başlayan iş daha sonra Çorlu’ya taşınmıştı. Film talebi azalınca fabrikalar kapatıldı. Babataş, “Film işine başladığımızda 4 milyon m² satıyorduk. Sonra 3 milyona indi, zaman geçti, 2 milyona indi. Alfa markasıyla çok iyi satış yaptık. Satışlar azalınca kapattık ve makineleri hurdaya verdik. Halen az miktarda film ithal ediyoruz” diyor.
“Geleceğin dijital olduğunu herkes kabul ediyor”
Muzaffer Babataş, dijital baskının gelişmesine ilişkin düşüncelerini şöyle anlatıyor:
“Dünyada değişim o kadar hızlı ki geleceğin dijital olduğunu herkes kabul ediyor. Dijitalin geleneksel baskıdan aldığı pay hızla artıyor. Dijital o kadar hızlı büyüyor ki biz Indigo’yu ofsetle, ticari baskı ile tanıdık ve ofsetle yola çıktık. Bugün HP’nin etiket makineleri, esnek ambalaj (ciklet, çikolata, gofret ambalajları) makineleri, web gazete makineleri var. Artık ofset makine üreten firmalar da dijital makineler üretmeye başladılar. Baskı hızları çok arttı. Şu anda dijital baskı makinelerinde hiç fire yok. Baskı devam ederken istediğin sayfada değişiklik yapabiliyorsun. Analog web ofset baskı makinesinde kaç kişi çalışıyor? Dijital web baskı makinesinde en çok iki kişi… İstanbul’dan düğmeye basıp Ankara’daki makineyi çalıştırabiliyorsun.”
“Çalışma hayatı insanı diri tutar”
Babataş mesaisini kısaltsa da iş hayatından çekilmiş değil. “Her gün en geç 9.30 – 10.00 gibi şirkete geliyorum, saat 15.00, en geç 17.00 civarında çıkıyorum” diyor ve ekliyor: “Haftada en az iki gün tenis oynuyorum. Tenis her şeyi unutturuyor. Emekli, evinde oturan arkadaşlarım neden emekli olmadığımı soruyorlar. Neden emekli olayım? Burada çalışan 70-80 kişinin sorumluluğu var. Ben olmasam da işler yürüyor ama buraya geliyorum, birkaç telefon ediyorum. Beni arayanlar oluyor, bir dostum geliyor. İşe gelmek insanı canlı tutuyor.
Beni en çok mutlu eden, ortaya bir eser çıkarmak, bir işi başarmak, satış yapmak ve satış yapınca karşı tarafa fayda sağlamak. Güvenilirliğini sağlamak, dürüst olmak. Sattığım şeyin fiyatı uygun olacak, kaliteli olacak. Sen eğer ondan istifade ediyorsan, bu beni mutlu eder. Ben satıyorum, para kazanıyorum; sen kullanıyorsun, para kazanıyorsun. Başarmak, büyümek, büyürken insanlara iş vermek, ihtiyacı olanlara yardım etmek… Bu benim hayatımın en büyük özelliklerinden birisi. Hiç bencil olmadım. Pastayı bölüşmeden dolayı hiç rahatsız olmadım. Ortada bir pasta varsa, o pastada emeği olanların hepsi payını almalı.”
Muzaffer Babataş’a göre, heyecanlı bir Drupa fuarı bizi bekliyor. “Firmalar hep yeni makineler tanıtacaklar. Müşterinin psikolojisi de “Drupa’yı görmeden makine almam” şeklindedir. Matset dönüşümlü olarak çalışacak 10 – 15 kişilik bir ekiple drupa’da olacak.”