Kuban Matbaacılık Yayıncılık Ankara’nın geçmişi 70’li yıllara dayanan eski matbaalarından biri. Matbaacılar Sitesi’nde kendi yerinde hizmet veren matbaada, Mahmut Alkan ve kızları Zeynep Ankara ve Elif Alkan ile görüştük.
Matbaacılığa nasıl başladınız? Kuban adı nereden geliyor?
M. Alkan: Aslen Kafkasyalıyız. Kuban orada bir bölgenin ve bölgeden geçen bir nehrin adı. Onun adını yaşatmak istedik. Matbaacılık sektörüne 1978’in ortalarında kamera ve gerekli donanımla baskı öncesi hizmetleri vererek girdik. Bazı dergilerin, yayınların baskı aşamasına kadar olan işlerini yapardık. Daha sonra matbaacılığa yönelmeye karar verdik. Kurduğumuz Barok Matbaacılık Ltd. Şti.’nin yarı hissesi benimdi. On yedi yıl sonra hisselerimi devrederek Matbaacılar Sitesi’ne geldim. Kuban Matbaacılık olarak burada devam ettik. O esnada kızlarım da okullarını bitirdiler ve benimle çalışmaya başladılar. Büyük kızım Zeynep Jeoloji Mühendisi ve 13 yıldır matbaacı. Küçük kızım Elif ise Türk Dili Edebiyatı Öğretmeni ve yaklaşık 9 yıldır matbaamızda. Matbaacılığı da epeyce öğrendiler. Beni emekli ederek onların devam edeceklerini düşünüyorum. Dergi, katalog, kitap ve her türlü ticari baskı işlerini yapan bir matbaayız. Tesisimizi biraz daha büyüterek devam etmek istiyoruz. Belki iyi bir zaman değil ama bu dönemi yatırım yaparak değerlendirmek istiyoruz.
Kaç vardiya çalışıyorsunuz? Makine parkınızda neler var?
M. Alkan: Tek vardiya çalışıyoruz. İşlerimizi 4 + Dispersiyon Lak 50 x 70 Heidelberg baskı makinemizde yapıyoruz. Yakın zamanda 70 x 100 ofset baskı makinesi ilave ederek kapasitemizi arttırmayı planlıyoruz.
Baskı öncesi hazırlık / grafik bölümümüz var. Baskı sonrasında tipo keski, bıçak, kırım, tel dikiş makineleri bulunuyor. Toplam 8 kişilik bir ekibiz.
Yatırım için alan yeterli mi? Mekan değişikliği düşünüyor musunuz?
M. Alkan: Mekan değişikliği şimdilik düşünmüyoruz. Tadilat yaparak mevcut tesisi genişletebiliriz. Matbaacılığı uzun soluklu bir meslek olarak görmüyorum. Ambalaj, etiket devam ederken, yaptığımız bazı işlerin dijital ortama kayacağını, belki basılmayacağını düşünüyoruz. Altmışlı yılların sonları, 70’lerin başlarında ofset teknolojisi sektöre girdi, tiponun devri kapandı. O dönemi şöyle anlatabilirim. “Tipo Matbaa” olarak büyümüş, gelişmesini tamamlamış olan müesseselerin sahipleri, ofsetin kendilerini yok edebileceğini kabul etmiyorlardı. Çünkü sistem öyle işliyordu. Matbaacılar, “Dizilecek, ben diziyorum. Sonra prova çekeceğim. O zamana kadar basarım. Sonra provadan film alacağım, filmle montaj yapacağım… O, uzun iş. Dolayısıyla o iş bizi sahadan çıkartamaz” diyorlardı. Gelişmeye öyle bakan matbaacılar sonraki yıllarda saha dışında kaldılar. Şimdi aynı şeyi dijital için düşünüyorum. Dijitali hafife alanlar bu oyunun dışında kalacaklar. Dijitalin şu andaki durumu, ofsetin pazara ilk girdiği andaki gibi. Bunun çok uzun sürmeyeceğini düşünüyorum. Bunun için bir tarih vermek mümkün değil ama sandığımız kadar uzun olmayacaktır. Çünkü bu teknolojinin getirdiği, şimdiki ofset baskı makinelerinin dezavantajı olan olağanüstü imkânlar var. Baskı hazırlık ve stok zorunluluğu olmayışı gibi. Drupa’da bir demoda görmüştüm; 22 forma kitap bobinden basılıyor, harmana gerek kalmadan kapak takma ünitesine giriyor, üç ağız bıçakla kesilip bitmiş kitap olarak çıkıyor. Başlangıç yatırımı biraz büyük ama zamanla gelişme bu yatırımın yarattığı dezavantajı ortadan kaldırabilir.
Bir 70 x100 ofset almaya karar vermeden önce kızlarımla birlikte acaba dijital baskı makinesi alsak diye düşündük ama şu anda erken. Çünkü dijital teknoloji hızlı değişiyor ve ticari ömrünü tamamlamadan üç yılda makine atıl kalıyor. Onu biraz erteledik. Eninde sonunda bu işin bir ucundan tutmak zorundayız.
Kadın matbaacılar olarak, sizin sektörle ilgili değerlendirmeniz nedir?
Zeynep Ankara: Bu işe çok severek başladım; belki babamı çok sevdiğim için işini de çok seviyordum, bunu çok iyi hatırlamıyorum. İlk yıllarda da hiç yorulmadan çok severek yaptığımı hatırlıyorum. Ama bu son zamanlarda iş hacminin daralması yüzünden biraz keyifsiz geçiyor.
Çözüm üretmekte zorlandığınız şeyler var mı?
M. Alkan: Buna çocuklarım adına ben cevap vereyim. Benim gençlik yıllarımdaki gibi sektörde yetişmiş teknik eleman yok. İşi yarım yamalak bilen insanlarla eski tecrübelerimizi birleştirerek ürün çıkartmaya çalışıyoruz. Bu durum, pratikten yetişmedikleri için kızları daha çok yoruyor. Eleman eksikliği yoruyor ve eleman sıkıntısı da devam edecek gibi görünüyor. Sektör kârsız olduğundan teknik insanlara diğer sektörlere kıyasla hak ettikleri kadar yüksek ücret verilemiyor. Yüksek ücret ödenemediği için sektör gençler için cazip olmaktan çıkıyor. İşe başladığında, bu işi öğrenirse ne kazanacağının muhasebesini yapabilen gençler, kaçıyorlar. Matbaacılık karmaşık ve teknik bir iş, niteliksiz insanların yapabileceği bir iş değil.
Hiç makine başına geçtiniz mi?
Elif Alkan: Makine başına geçmedik ama onun dışında her şeyin bir ucundan tutmuşuzdur.
Uzun bir geçmişiniz var; müşteri devamlılığı nasıl?
M. Alkan: Sayısı azalmak ile birlikte eskiden başlamış ilişkilerimiz devam ediyor. Eski müşterilerimizin çoğu işi bıraktılar. Ya zaman değişti, ayak uyduramadılar ya da artık sektörler kârsız olduğundan işlerini bıraktılar. Şimdilerde müşteri – üretici ilişkisi de eskisi gibi dostane değil; o da değişiyor ve yerini daha modern ilişkiler alıyor.