1992 yılında hizmete başlayan Ayrıntı Basımevi sürekli yükselen bir ivmeyle bu günlere geldi: Grafik tasarım, baskı ve ciltleme üniteleri ile üretim sürecinin tüm aşamalarını kendi bünyesinde gerçekleştiren ender kurumlardan biri olarak yüksek tirajlı işlere talip. Matbaanın günlük kapasitesi 120 bin adet kitap. Hem tabaka ofset hem de web baskı birimleri bulunmakta.
Ayrıntı Basımevi’nin Goss Community (588 mm kesim, çift kule – 8 ünite) ve Harris V 25 – (588 mm kesim – 4 ünite) web ofsetlerinde sınava hazırlık ve yardımcı ders kitapları üretiliyor. Tabaka ofsetlerde ise her cins kağıda ve değişik özelliklerde kitap üretiyor. (Firmanın tabaka ofset makine parkında 4 adet 70×100 Heidelberg SM-102 bulunuyor bunlardan 2’si 2, diğer ikisi 4 renk. Ayrıca küçük makineleri ve 2 renk 70×100 Roland makinesi bulunuyor.)
Firma üretim portföyünü çeşitlendirmiş. Her biri değişik sektörlerde yer alan 32 yayınevi ile çalışıyor. İş periyodlarının çakışmasını önlemek için aynı sektörden yalnızca bir firma ile çalışan Ayrıntı Basımevi perakende iş yapmıyor, kamu ihalelerine katılmıyor.
Firmanın 5100 m²’lik tesisine ek olarak 1000 m² lik bir deposu var. Ayrıntı Basımevi ve Vadi Grup Ciltevi ortak bir grup şirketleridir. Vadi Grup makine parkında da kesim ve cilt makinelerinin yanı sıra 24 ve 21 istasyonlu 2 adet Müller Martini yumuşak kapak cilt hattı, Kolbus HD 150 3 ağız kesim, Polar EMC 115 giyotin, Polar 90 giyotin, Horizon T70 Trimmer, Horizon BQ 460 kapak takma, 1 adet M.Martini 6 istasyon dergi robotu, 2 adet paketleme makinası ve 4 adet 70×100 Stahl katlama makineleri bulunuyor.
Ayrıntı Basımevi’nin ortak yöneticileri Atila Karakaya ve Fuat Durmuş kitap pazarına yönelik sorularımızı cevapladılar.
Türkiye’deki kitap pazarını değerlendirir misiniz?
Kitap pazarı için yapılacak en önemli değerlendirme hiç küçülmeyen bir pazar olması. Türkiye’de iki tür kitap pazarı var. İlkini zorunluluktan kaynaklanan ders kitapları, yardımcı ders kitapları ve akademik kitaplardan oluşturuyor.
Türkiye’de ders kitaplarını devlet dağıtıyor. Orta öğretim ve açık liseyi de saydığımız zaman 22 milyon civarında öğrenci var. Sadece orta öğretim için devletin sunduğu 250-300 milyonluk bir kitap pazarı var. Bunun üniversite ve üniversite sonrasını da koyduğunuzda akademik kitaplar bazında 400-450 milyon kitaba çıkıyor. Her yıl üretilen zorunlu ders kitabı pazarı bu. Ve çok yüksek bir rakam.
Türkiye’de eğitim sistemi bir dizi sınavın üzerine kurulu. Çocuklar eğitime başladıktan itibaren sınav hazırlıklarına da başlıyorlar. Bu yarış içerisinde sürekli takviye almak, çok soru çözmek durumundalar. Bunun kaynağını da yardımcı test kitapları oluşturuyor. Çok büyük bir pazar.
Bu kitaplar “Sınavlara Hazırlık” adı altında her yıl basılıp satılıyor. Türk Milli Eğitim sisteminde müfredat her yıl değiştiği için bu kitaplar her yıl güncellenerek tekrar basılıyor. 2016’da üretilmiş bir kitabın 2017’de satılma şansı yok. Düşünün bir fizik, matematik veya fen kitabının raf ömrü yalnızca bir sene. Çok büyük kaynak israfı. Bunun sorumlusu biz değiliz. Buna “Ne güzel her sene işimiz hazır” penceresinden bakmak bu ülkenin geleceğinin kuyusunu kazmaktır. Türkiye’de üretilen kağıt iç pazarın yüzde 20-22’sini karşılıyor. Kullandığımız ham madde ve sarf maddelerin tamamen ithal ediliyor. Bizim herhangi bir tercih yapma durumumuz yok; Türkiye’de yerli kalıp üretiliyor da biz Avrupa ya da Uzak Doğu kalıbını seçiyor değiliz.
Sadece bizim sektöre özgü bir durum değil, diğer sektörlerde aynı sorunu yaşıyor.
“Ankara matbaalarının yaptığı işler çok büyük bir pazar. Ama anlamsız bir rekabetin içinde neredeyse zararına işler yapılıyor”
Kitap pazarının şu andaki handikapları ve avantajları neler?
Bir avantaj, ders kitabı ve yardımcı kitap üretenler açısından pazarın dış pazara kapalı olması. Handikapı ise Nisan, Mayıs ve Haziran aylarında herkes müfredatın netleşmesini bekliyor, sonra Eylül ayına kitap yetiştirme telaşına düşülüyor. yaptığımız iş sürekli güncellenen, bize her an değişiklik olabilir endişesi yaşatan bir de zaman olarak çok dar zaman aralığına sıkıştırılmış bir üretim sürecinden geçiyor. Çok dar bir zamanda üretmek durumundasınız.
Ankara’da sadece Ankara matbaalarının yaptığı işler var; kamunun ürettirdiği kitaplar (örneğin, ders kitapları, Tarım Bakanlığı’nın eğitici kitapları, Sağlık Bakanlığı kitapları gibi.) Bu yayınlar yüksek tirajlarıyla özel yayınevlerinin dışında çok çok büyük bir pazar.
Peki son 7-8 senedir hangi matbaa yüksek teknoloji anlamında bir yatırım yapabildi?
Biz işimizi yapıp emeğimizin karşılığını alacak ve üretim maliyetlerimiz ile birlikte birtakım giderlerimizi karşılayacağız. Ayrınca teknolojimizin yenilenmesi ve ileriye gitmesi için karşılığını almamız lazım. Oysa anlamsız bir rekabetin içinde, neredeyse zararına işler yapılıyor.
Kapasite pazarın çok üzerinde olduğu için mi böyle bir rekabet oluyor?
Bu sektörün, akademik kitaplar basan sektörün özelliği o. Üretim belli bir döneme yığılıyor, kısa bir periyoda sığdırılmaya çalışılıyor ve herkes Ağustos, Eylül, Ekim aylarında yılı kurtarmanın peşine düşüyor. Bunun için de makine koyuyor da koyuyor. Buna rağmen fiyatlar dipte geziyor.
Akademik kitaplarla ilgisi olmayan basımevlerinin kültür kitaplarını, araştırma kitaplarını üretenlerde dönemsel durum yok. İş seneye yayılmış oluyor, tam tersi dönemde iş yoğunluğu başlıyor.
Weblerde tirajlar yüksek olup da kesim nedeniyle makinaya sokamadığınız işler oluyor mu?
Web tek ebat, manevra kabiliyeti yok. Akademik kitapların boyutu da zaten bu (19,5 x 27,5). Başka bir ebat örneğin 16×24 iş geldiğinde webin firesi çok olduğu için onları ofsetlerde çözüyoruz.
Sizin İstanbul’daki Ayrıntı yayınları ile ilginiz var mı?
Ayrıntı yayınları İstanbul’da bir yayınevi. Biz yayıncı değiliz. Ayrıntı Basımevi hiçbir şekilde yayın yapmıyor, sadece baskı hizmeti veriyor. Sadece ve sadece isim benzerliği.
Ayrıntı Ambalaj, Ayrıntı Basımevi ve Ayrıntı Yayınevi ile ilgili patent bize aittir. 1993 yılında aldık ama Ayrıntı Yayınları ile sahamız ayrı, birbirimizin rakibi değiliz. Bizim ticaretimize bir engelleri yok.
“Sektörde fark yaratma iddiası ve hedefi yok”
Teknoloji olarak kendinizin daha iyi olsa dediğiniz birimleriniz var mı?
Rekabette üstün olacaksınız, fark yaratacaksınız ki bir yere ulaşabilesiniz. Başka türlü olmuyor. Biz üretim yapıyoruz. En büyük gücümüz teknoloji. Bunun dışında bir şey yok. Herkeste aynı makineler var, herkes kârlarını minimize ederek ya da kârsız çalışarak günü kurtarmak derdinde. (Gerçi bu aşama da geçildi, birçok firma zararına çalışıyor). Hiç kimsenin ileriye yönelik hedefi yok.
Nasıl gidiyor peki?
Büyük bir atölyeye sahip insanlar hiçbir gelişme ve yenileme olmadan üretime devam ediyorlar. Kendi yaşamlarında da bir gelişme yok. Ortada üretim yapan, büyük atölye sahibi insan profili de yok.
Yayınevlerine kitap üreten matbaaların eskiden o dönem para kazandıkları doğrudur ama kendi işlerine yatırım yapmadılar. İşini geliştirme yönünde bir vizyon yok zaten. Yenilikmiş, teknolojiymiş, dijitalmiş kimsenin umurunda değil. Bu tamamen vizyonsuzluk. Ankara’daki matbaaların çoğunun tek hedefi, tek vizyonu devletten kim çok iş alacak diye ihalelere hücumdan ibaret.
Ben teknolojimi yenileyeceğim, fark yaratacağım, inanılmaz işler yapacağım rekabet üstünlüğü sağlayacağım, en iyi hizmeti yapacağım diye bir şey yok.
Bir araya gelip bunları konuşuyor musunuz?
Mesleki örgütlerimiz Matbaacılar Odası, Ticaret Odası Matbaacılar Meslek Komitesi… Bir araya gelelim, kendimize çeki düzen verelim gibi konular konuşulmuyor, konuşulacağını da sanmıyorum.
Siz ders kitabı ihalesi alıyor musunuz?
Biz kamu ihalelerine girmiyoruz. Kamu ihalelerinine girmemize, kamu ihalesi almamıza ve üretim yapmamıza hiçbir engel durum yok. Özelikle ders kitapları bizim çok sakin olduğumuz Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz aylarına denk gelir. Ekibi yormadan 20-25 milyon adet kitap üretebilecek durumdayız ama girmiyoruz. Birinci neden bugünkü bu fiyatlarla bu işi yapmayız, ikincisi bu dönem bizim yıllık izin dönemimizdir; gruplar halinde her üniteden, her birimden çalışanlarımıza izinleri kullandırıp makine bakımlarını yaptırdığımız sakin dönemdir. Kalkıp o aylarda bedava hamallık yapmayız.
Bu dönemleri sektör olarak değerlendireceğiniz dış talep var mı?
Böyle bir talep yok ama arayış da yok. Yine kamu aracılığı ile ders kitabı gibi işler basıldı komşu ülkelere. Birçoğu da zarar etti. İtalya’daki bir yayınevinin kitaplarına talip olmak gibi bir vizyon yok. Zaten bu teknoloji ile bu yapılamaz.
Önümüzdeki sürece nasıl bakıyorsunuz?
Asıl sorun orada başlıyor. Bu fiyat politikası ile ne kadar yenilenebilirsiniz? Bu seneki Davos’un ana teması Endüstri 4.0 idi. Şimdi herkes bunu yakalamanın peşinde. 1800’lerde kullanılan buhar teknolojisinin yerini sonra elektrik, daha sonra elektronik aldı. Şimdi 4. Sanayi Devrimi Çağı. Bir tek bizim sektör değil, her sektör bunun peşinde. Hedef mümkün olduğu kadar üretim gücünü sadeleştirmek, az enerji ve az sarfiyat.
4. Sanayi Devrimine matbaa sektörü ayak uydurdu. Akıllı matbaanın peşindeler. Kitap üretenler için konvansiyonel makinelerin ikiye katlayan dijital baskı makinesi ürettiler. Bir dijital makine saatte 17 bin forma ön arka basabiliyor ki bu 2-3 büyük makineye denk geliyor. Dijitalden kastımız kısa tiraj, az işler falan değil. Sanayi tipi üretim. Ayrıca baskı sonrası da var. Şimdi bizim makineler sıralı iş basmıyor. Bu makinelerin yazılımı da ona göre. Ebadı, sayfa sayısını giriyorsun, katlama şekli, kapak takma, sırtını hesaplıyor, ölçüyor, her kitabı ona göre ayarlıyor. Kullanıcı bir uçtan bobini yüklüyor bandın öbür ucundan kitabı alıyor ve bunu 3 kişiyle çözüyor. Bunu değişik boyutlar için de sıralı olarak yapabiliyor.
Buradaki sorun bu teknolojiye geçecek değeri yaratıp yaratamadığımız zaten. Günü kurtaran adamın vizyonu da bu olamaz.
Sizin önümüzdeki sürece ilişkin bir takviminiz var mı?
Biz buna ciddi yaklaşıyoruz ve 6 yıldır araştırıyoruz, inceliyoruz.
Yatırım maliyetini bir yana koyun, yeni teknoloji bir rekabet üstünlüğü sağlamak zorunda. Bunu da üretim maliyetleri ile sağlayacak. İş bu noktada Türkiye için tıkalı. Türkiye’deki fiyatlardan kaynaklanan nedenle yeni teknoloji ile Türkiye’de rekabet edilemediği ortaya çıktı.
Hollanda, Polonya, İtalya, İsveç ve Danimarka’da 13-14 atölye gezdim. Hollanda’daki meslektaşım 4 yıl önce 3 bin tiraj ve altını dijital makinede bastığını söyledi.
Biz 1500 ve altı tirajlı işlerde, piyasadaki oturmuş birim fiyatlar bazında Avrupa’daki fiyatlardan 4-5 kat gerideyiz. Buraya yüksek kapasiteli dijital makine yatırımı yapan arkadaşımın üretim maliyetleri geleneksel maliyetlerin biraz üzerinde ama rekabet edebilecek durumda değil.
Amortisman ve yatırım maliyetlerini de kattığınız zaman yüksek maliyetli bir yatırım yapıyorsunuz. Fark yaratacak, ses getirecek bir yatırım 2-3 milyon avrodan aşağı olmaz. ‘Bana rekabet üstünlüğü sağla, ben yatırım yapacağım’ noktasındayız. Yeni bir teknoloji. Ar-Ge yatırımı inanılmaz. Teknolojiyi geliştiren Ar-Ge maliyetini de fiyatlandırmış ve satıştan çıkartma peşinde. Sıkıntı Türkiye’deki baskı – cilt hizmeti fiyatlarında.
Bu çizdiğiniz tablodan yola çıkarak akla şu soru geliyor; ihracatın bu koşullarda çok daha rahat yapılması gerekmiyor mu, bunu niye beceremiyoruz?
Ankara’da kitap üreten matbaaların odaklandıkları yer kamu. Biz yayınevlerine üretim yapıyoruz. Matbaalar senenin 6 ayı tam kapasite dolu artı dışarıya da iş yaptırıyor. Şimdi siz gidip bir yurt dışı firmasına “Ben sizin kitabınızı basmaya talibim ama 1 Ağustos 1 Aralık arası size hizmet vermem” diyebilir misiniz, kim kabul eder? Bu dönemsel yığılmadan kaynaklı bir şey.
İkinci neden Ankara’nın böyle bir aklı, vizyonu yok. Orta Doğu ve Türkî Cumhuriyetler üzerinden aracılar vs. üzerinden ihracat yapıp çok kötü tecrübe yaşayanlarımız oldu. Bir cesaret kırılması da söz konusu ama hepsinden önemlisi vizyon sahibi değiliz, araştırmıyoruz. Bul kaynağı, ekle bir makine, sırf o işi yapsın. Çözüm üretilebilir.
Polonya’da bir dijital bir matbaa gezdim. Üretim yaptığı yerler Ukrayna, Almanya, İngiltere. İş yetiştiremiyor. Yurt dışına iş yaptığında yaptığın iş kadar teşvik alıyorsun, yapacağın kadar değil. Türkiye’deki yanlışlardan biri de bu. Henüz yapılmamış işe teşvik veriliyor.
Özetle, ciddi bir iş hacmi var. Ne yazık ki bu iş hacmi ve bu kamu desteği ile Ankara matbaacıları ileri dönük yeni bir teknolojik yatırım yapıp dışarıda yeni bir pazar yaratamadı.
Devlete iş yapmak Ankara matbaacılarını köreltti…
Burada suçu kamuya atmak olmaz. Kamu size iş vermiş. Bunda kamu kabahatli değil. Bizim sektörümüz vasıfsız.
Ankara’da özellikle ders kitabı üreten yayınevleri ciddi yatırımlar yaptılar çünkü kendi işlerini zamanında ürettiremediler. Dolayısıyla da kendi matbaalarını kurdular. Bunlar değerlendirmenin dışında.
İşi matbaacılık olan ikinci ve üçüncü kuşak matbaacılarımız hangi vizyonla nereye gelebildiler? Rekabet yenilik, kalite doğurur, maliyetleri geri çeker. Şu anda sadece kârlılık ve yatırım payları geri çekiliyor. Hatta zararına üretim yapıyorlar. Son dönemdeki bu anlamsız rekabet, rekabet de denilemeyen bir vizyonsuzluk garabetidir.
Vizyon nedir, geleceğe yönelik öngörümüz, gelecekle ilgili beklenti ve hedeflerimizin toplamı…
Fuarlarla aranız nasıl, Hunkeler’e gitmeyi düşünüyor musunuz örneğin?
Hunkeler’in asıl kökeni banka ekstreleri; dijital katlama, yapıştırma, gönderme. Bunu kitaba uyguladı. Katlayıp istife bırakıyor ama en doğru çözüm kitap geleneğinden gelen sonlandırma markalarıdır.
Biz bundan sonra doğrudan atölye gezisi düşünüyoruz. Fuar ortamında mükemmel koşullar yaratılıyor ve orada şov yapılıyor. Oluşabilecek sorunları görmeniz mümkün değil.
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Biz, Ayrıntı Basımevi olarak, kimseyle uğraşmayız, kimsenin işine göz dikmeyiz. İhale peşinde koşmayız. Bizim tüm çabamız hizmet kalitemizi yükselterek müşteri bağımlılığı sağlamaktır. Sektör yükselsin, doğru bir rekabet olsun istiyoruz. İnsan emeği söz konusu. Çok büyük yatırım yaptık bunlar gün geçtikçe eriyor. Bu amortismanı üretim maliyetlerine yansıtmazsanız nereye gidersiniz? Bir sonunuz yok. Emeğimiz kıymetli, çok kıymetli yatırımlarımız var, riskimiz de var biz bunun hakkını alalım. Hepsi bu.