Etiket Sanayicileri Derneği’nin 19. kuruluş yıldönümünün de kutlandığı etkinliğin sonunda geleneksel Tasarım Yarışması ve Etiket Baskı Yarışması ödülleri de sahiplerini buldu.
ESD’nin 19. kuruluş yıldönümü ile birlikte kutlanan 14. Etiket Bayramı, Etiket Sanayicileri Derneği (ESD) Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Okay’ın açış konuşmasıyla başladı. Etiket Bayramı toplantısına Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Ambalaj Meclisi Başkanı Mustafa Tacir, etiket üreticileri, tedarikçileri, öğrenciler, öğretim üyeleri ve öğretmenler, sektörel basın, sponsorlar, davetli konuşmacılar katıldı.
Toplantıya davetli birçok sektör mensubunun İran’da bir fuarda olduğunu belirten ESD Başkanı Aydın Okay, “Uzun yıllardır etiketin bayram günü etkinliklerini mayıs ayına almıştık. Fakat günler o kadar dolu ki bir taraftan fuarlar var, bir taraftan dini bayramlar, resmi bayramlar araya giriyor ve artık gün bulmakta zorlanır hale geldik. Mesela önümüzdeki yıl derneğimizin 20. kuruluş yılı etkinlikleri var. Ne zaman yapacağımız konusunda ciddi sıkıntımız var, hangi tarihte yapacağımızı düşünsek bir fuara veya olaya denk geliyor. Sanıyorum buna alışacağız” diyor. Etiket Bayramı’nın konuşmacıları ve konuşma konuları hakkında bilgi veren Okay; katılanlara ve sponsorlara teşekkür ederek konuşmasını bitirdi.
Etkinlikte HSBC Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Sönmez, dünyada ve Türkiye’de ekonominin geleceği ile ilgili öngörülerini paylaştı.
TOBB Ambalaj Meclisi Başkanı Mustafa Tacir, “Dijital değişimi benimsemeliyiz”
TOBB Ambalaj Meclisi Başkanı Mustafa Tacir, etiket teriminin kaynağı olan Fransızca’daki özgün anlamları hakkında bilgi vererek başladığı konuşmasında, “Esasında sektörün adının felsefi ve sosyolojik ağırlığının olması sektörün önemini artırıyor” diyor ve etiket üzerinde de bunların yansıtılması gerektiğini ifade ediyor. Etiket üzerinde yer alması istenen bilgilerle ilgili tüketici araştırmalarına da değinen Tacir’in aktardığı verilere göre, ambalaj ve etiket tüketicilerin % 90’ı tarafından benimseniyor. Onlar, ambalajsız ve etiketsiz ürün almak istemiyorlar. Bu grubun % 60’ı etikette üretim ve son kullanma tarihlerini mutlaka görmek istiyor. Yüzde 14’ü ürünün fiyatını, % 9’u kullanma talimatını, % 5’i ürünün içeriğini, % 3’ü ağırlık ve hacim bilgisini, % 1’i üretim yerini görmek istiyor.
Mustafa Tacir, etiketin bir kültürel ve sosyal alışveriş de gerçekleştirdiğini kaydediyor. Ayrıca etiket ürün coğrafyası hakkında bilgi veriyor, çok dilli etiketler dil tanıtımını da sağlıyor. Etiket ayrıca ülkelerin logo ve bayraklarını da tanıtıyor. Tacir, “Türk Malı ibaresinin daha büyük puntolarla bir Türk bayrağı ile birlikte etiketlere konulmasında yarar görüyorum” diyor. Etiketin, tüketiciyi bilinçlendirerek, ürünü koruyan ve saklayan ambalaj kadar önemli bir işlevi yerine getirdiğini kaydeden Tacir, yerli bir etiket sisteminin yerli ürünün tanıtımını teşvik edeceğini dile getiriyor.
Son zamanlarda siyasi ve konjonktürel etkenlerle dışarıdan ham madde temininde güçlükler yaşandığını ifade eden Mustafa Tacir, TOBB Ambalaj Meclisi üyesi ambalaj ve etiket sektörü dernek başkanlarıyla birlikte Türkiye’de ham madde tesisi yatırımı yapacak yabancı yatırımcıların önünü açmak için kamu ile temasta olduklarını belirterek; ilgili bakanlıkların yakın zamanda ham madde yatırımları için birtakım teşvikler konusunda açıklamalar yapmalarını beklediklerini ekliyor.
Mustafa Tacir tüm kimya sektörünün limanı, altyapısı, petro-kimya tesisiyle 35-40 bin hektarlık bir alanda bir araya getirileceği Chemport projesine de değindi. Bu projenin gerçekleştirilmesi, büyük dış açık verdiğimiz bir sektörün dış açığının bir kısmının kapatılmasını sağlayacak bir kimya ihtisas bölgesi kurulması anlamına geliyor. Tacir’e göre özellikle plastik tüketiminde yerli üretim toplam tüketimin sadece % 12’sini karşılayabiliyor. “Böyle bir yapıda plastik sektörünün ve plastik ambalaj sektörünün sürdürülebilir olmadığını tüm raporlarda dile getiriyoruz” diyen Tacir, daha önemli bir konunun çevre, ithalat, ihracat, gıda gibi alanlardaki mevzuatın getirdiği yüklerin sektörün en önemli maliyet kalemini oluşturduğunu vurguluyor. Tacir, etiket ve ambalajın aynı malzemeden üretilerek atıklar ve çevre konusunda daha avantajlı duruma gelineceğini düşünüyor.
“Sanayicilerin dijital teknolojilerin değişim hızına ayak uyduramadıklarını görüyoruz” diyen Tacir, ekliyor. “Dijital değişimi benimsememiz lazım. Şu anda 12 milyar adet olan laptop, bilgisayar ve akıllı telefonların 2020 yılında 50 milyar adede çıkacağ söyleniyor. O rakama ulaştıktan sonra firmaların akıllı telefonlardan değil, onların kullandıkları yazılımlardan para kazanacakları belirtiliyor.”
Yüksek özel sektör borcu, cari açık ve enflasyon zayıf yanlarımız; çıkış yolu yapay zeka ve akıllı teknolojilerde
HSBC Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Sönmez, dünyada ve Türkiye’de ekonominin geleceği ile ilgili öngörülerini paylaştı. Sönmez’in temel güncel ekonomik konularda, görüşleri özetle şöyle:
Dünyada en önemli kriter, büyüme. Büyüyen ülkeler güçlerine güç katıyorlar ve istihdam sağlıyorlar. Ama hangi alanda büyüdüğünüz önemli. Bugün Dünya Ekonomik Forumu toplantılarının en önemli konusu, yapay zeka. San Fransisco’da yapay zekalı robotlar bulunan bir merkez açtılar ve tüm dünyadan bilim insanları buraya davet ediliyor, orada her ülkenin sanayisinin beş – on yıl sonrasının şimdiden şekillenmesini sağlayan bir çalışma var.
Dubai’de dijitalleşme ve yapay zeka ile ilgili bir bakanlık kuruldu. On dört kadar ülke o merkezle anlaşma imzaladı. Bu ülkeler genç beyinleri o merkeze gönderip, hangi teknolojiler ön plana çıkacak, hangi sektörler yapay zekadan etkilenecek, bunu Dünya Ekonomik Forumu ile yaşayıp şimdiden sanayilerini şekillendirecekler. Çünkü bu büyümelerini etkileyecek. Türkiye’de de bu konuda bir algı yok.
Gelişmekte olan ülkeler önümüzdeki beş yıl çok zorlanacaklar. Trump’a rağmen çok iyi yönetilen Amerikan ekonomisi % 5 kurumlar vergisi indirimi ve Aralık’ta 25 baz puan arttırılan, önümüzdeki yıl da üç kez daha arttırılması planlanan faizlerle, Türkiye, Brezilya gibi gelişmekte olan ülkelere giden yatırımları geri çağırıyor. ABD’de hazine bonosu faizleri 2020 yılına kadar en az 1.5-2 puan daha artacak. Bizde hazine bonosu faiz oranları % 13.3, enflasyon % 15. Negatif faiz söz konusu. Yatırımcı ABD’de dolar bazında 1.5 faiz alıyor. Trump’un dünya ortalama oranlarına indirmek istediği veraset ve intikal vergisi indirimi senatodan geçerse, ABD’ye gelişmekte olan riskli ülkelerden para akışı olacak. Bu da gelişmekte olan ülkelerde kur baskısını arttıracak. Parası olanlar Türkiye gibi riskli ülkelerden çıkıp paralarını ABD’de değerlendirecekler. Bu Türkiye’nin işini daha da zorlaştıracak.
Kur baskısından kurtulmanın yolu
Endonezya, Hindistan, G. Afrika ve Brezilya gibi ülkelerde cari açığın GSMH’ya oranı düşürüldü, Türkiye’de ise bu oran % 5’lerde. Eğer biz de cari açığı indirmeye yönelik seferberlik ilan edersek kur baskısından kurtuluruz.
Üçüncü çeyrekteki % 11.1 büyüme tüketici harcamalarındaki büyümeye dayanıyor. Bu şekilde büyüme, tüketicinin borçlanması, KDV indirimleri, kredilerin kolaylaştırılması vb. önlemlerle ekonominin fazla ısınması anlamına geldiğinden tehlikeli. Büyümenin ikinci nedeni kamu harcamaları. Örneğin istihdam teşvikleri. Kurumlar Vergisi artışı da bu baskıya dayanıyor.
2017’nin ikinci çeyreğindeki büyümenin % 80’i inşaat sektöründen geliyor. Sağlıklı büyüme sanayinin her kesiminin dengeli büyümesiyle mümkün. Bu büyüme ancak seçimlere kadar sürdürülebilir. Makine ve techizat kısmı son altı çeyrektir negatifte gidiyor. Kimse işini büyütmek için yatırım yapmıyor. Üçüncü çeyrekte bu kesim % 5’e yakın büyüme kaydetti ve bu olumlu. Sanayici için kârlılık rekabet nedeniyle eskisi kadar olmasa da devam ediyor. İşleri iyi gidiyorsa kesinlikle makine yatırımı yaparak işlerini büyütmeleri doğru ama en önemli sorun insan kaynağı, işi sürdürecek bir sonraki nesil insan kaynağının hazır olması gerekiyor.
Doğrudan yatırım gelmemesi, turizmde turist başına harcamanın 800 dolardan 600 dolara düşmüş olması, ülkeye yeteri kadar döviz girmemesi anlamına geliyor. Önümüzdeki yıl firmalar 200 milyar dolar borç ödeyecekler. TCMB’nin 35 milyar dolar serbest dövizi var. Bu yüzden kur her zaman yüksek gidecek. Kısa vadede değil ama bir gün 6 lira olacak. İşlerinizi yürütürken kur riskinden uzak durmanız lazım.
Üçüncü çeyrekte görülen makine yatırımlarının sürdürülebilir bir şekilde devam etmesi harika bir gelişme olur. Tüketici ürünleri ithalatındaki artış endişe verici. Kamu gelirleri azalırken, giderlerinin artması da öyle. Büyük yatırımlar olumlu ancak fiyatların, kiraların düştüğü inşaat sektöründe yap – sat kesiminin sürdürülebilirliğinde soru işaretleri var.
Çekirdek enflasyon arttığından yüksek enflasyon devam edecek. Sönmez’in tahmini gelecek yıl
% 15’in altında olmayacak. TCMB’nin bu konuda mücadele iradesi yok. Bütçenin gelir gider dengesi eski performansından uzak. Özel sektör borçları nedeniyle kur enflasyonun biraz üzerinde devam edecek. İstihdam en iyi performans gösterdiğimiz alan. Almanya başta olmak üzere gelişmiş ülkelerde büyüme oranları düşecek. ABD % 2’nin üzerinde, Çin % 6.8-6.9 büyüyecek. Hindistan gençlerin eğitiminde matematik ve yapay zekaya odaklanmış durumda. Rusya’da toparlanma bizim için de olumlu (İhracat ve turizm gelirleri yönünden). Gelecek beş yılın ekonomide yıldızları ABD, Hindistan, Brezilya olacak. Biz ne zaman cari açığın GSMH’ya oranını % 3’e çekersek, o zaman kur baskısından kurtulabiliriz.
Bitcoin büyük sunucular gerektiriyor ve yıllık Nijerya’nın enerji üretiminin yarısına denk enerji tüketiyor. Denetlenmeyen kripto paralar büyük finansal çöküşlere neden olabilir. Elinizde sadece bir şifre var ve şifrenizi biri ele geçirirse paranız sıfırlanıyor.
Bankalar makine yatırımı için TL bazında kredi veremez mi? Bunun için bankaların uzun vadeli TL mevduatı toplayabilmesi lazım. Türkiye’de mevduat 32 gün – 60 gün arasında tutuluyor. Çünkü faizlerin artacağı beklentisi var. Bu yüzden bankalar da kısa vadeli krediler verebiliyorlar. Enflasyon düşerse ve faizlerin düşeceği beklentisi oluşursa mevduat vadeleri de uzar ve uzun vadeli TL krediler devreye girer.
Türkiye ekonomisinde en önemli güç, yaratıcı, bulunduğu ortama uyacak kadar esnek gençler ve eğer Türkiye katma değerli ihracata ve geleceğin teknolojilerine odaklanırsa, tıpkı Finlandiya ve G. Kore gibi geleceğini kurtarabilir.
İş Kanunu bilimsel temellere dayanmalı
İş hukuku konusunda uzman konuşmacı Avukat Ümit Tuncer Ersoy’un görüşlerinden bazı önemli kısımları aşağıda özetledik:
İşçi – işveren ilişkilerini konuşurken teknik konulardan çok işin sosyolojik boyutunun ele alınması gerekiyor. Paranın olmadığı yerde işçi ve işveren iş akdi dışındaki konuları düşünüyor.
Mevzuat değişikliklerini takip edemiyoruz. Sanayici her gün değişen mevzuatı takip edemez. Türkiye’deki ve yabancı ülkelerdeki iş mevzuatı çok farklı. Gelişmiş ülkelerde çok daha profesyonel bir mevzuat var. Bir sanayicinin en büyük sıkıntısının işçi olmaması lazım. Türkiye’de mevzuat işçinin hep haklı olduğu üzerine düzenlenmiş. İşçi iki tanık gösterdiğinde haklı çıkıyor. İş Kanunu’nun bu felsefesini değiştirmezsek sanayiciye nasıl istihdam yaratın deriz? ABD’de iş sözleşmesi vardır, çalışma saati vardır, öğretmen iseniz kar yağmışsa çalışamadığınız saatin ders ücretini alamazsınız. İş kanununun kuralları çok nettir.
Yasama faaliyeti bilimsellikten çıkarıldı, torba yasalar çıkarılmaya başlandı; temel kanunların sistematiği bozuldu.
Hakim sayısı üçte bir azaldı, bir iş davası en erken üç yılda bitiyor. Bu yoğunluğu aşmak için arabuluculuk düzenlemesi yapıldı. Davalar istatistiklere yansımasın istendi. Yeni yasa kimseyi korumadı. Türkiye’de arabuluculuk kurumuna inanan yok. Arabuluculuk süreci altı aydan önce bitmeyecek sonunda büyük ihtimalle uyuşulamayacak. Yine mahkemeye başvurulacak. Arabuluculuk daha pahalı bir süreç olacak. Böyle bir iş mevzuatı ve sosyal yapı varsa sanayici neden yatırım yapsın?
Batıda uyuşmazlıklar eğitime bağlı olarak azaldıkça hakim ve avukat sayısı azaldı. Bu eğitimle sağlanıyor. Bizde işçi ve işveren verilen kararların adil olmadığını düşünüyor ve tekrar davalar açıyorlar. Adil olmayan kararlar iş hukuku ve düzenini de bozuyor.